Anıt İnsan: Ravil Amca

0
1429

2009 yılında bir belgesel film yaptım. Elazığ’ın Alacakaya ilçesinde yaşıyordum ve yeni bir belgesel konusu için yanıp tutuşuyordum. Çevremde pek çok Kore Savaşı gazisi vardı. Artık seksenli yaşlarda olan gaziler bir bir göçüp gitmekteydi ve ak sakallı görünümleri ile belgesel bir film için oldukça ilgi çekici figürlerdi. Bu fikir “Koreliler” filmini yarattı. Oldukça kısıtlı imkanlarla yapılan Koreliler, tam bir masa başı filmciliği örneği idi. Film tamamen gaziler ile yapılan söyleşilerden ibaretti. Üzerinde çok fazla durmayacağım, Youtube sitesinde tam sürümü mevcut, isteyenler oradan seyredebilirler. Bu filmin bir sahnesinde bir gazi, Kore’de Türk birliğine sığınan bir Türk aileden bahseder. Oldukça enteresan bir hikayedir. Ailenin Rusya’da başlayan hikayesi, Kore’ye kadar uzanır. Türk Birliği bu aileyi yanlarına alarak, gemi ile Türkiye’ye getirirler. Bu filmi izleyen değerli hocam ve ağabeyim Ahmet Şerif İzgören, böyle bir tanıdığı olduğunu ve isminin Ravil Agiş olduğunu, anlatılan kişilerle bağlantısı olabileceğini söyledi. Onun aracılığı ile Ravil Amca ile telefonlaştık ve buluşmaya karar verdik. Seksenli yaşlarını süren Ravil Amcanın telefondaki sakin sesi, benim aklıma nedense ufak tefek, yaşlılığın altında ezilmiş bir kişiyi getirdi. Randevulaştık, ben biraz erken giderek beklemeye başladım. Birazdan uzun boylu, dimdik yürüyen, iyi giyimli ve yakışıklı bir adam gülümseyerek bana yaklaşmaya başladı. Gayet esprili bir kişilik olan Ravil Amca’nın ilk esprisi, kendisinin baston yuttuğu ve bu sayede dimdik gezdiği, doğal duruşunun bu olmadığı şeklinde idi. Bu espri ile başlayan bir yakınlaşmanın, bence bir “Anıt İnsan” olan Ravil Agiş’in hikayesidir bu anlatacaklarım.

1800’lerin sonları, 1900’lerin başlarında Japonya dev bir ülke olma yolundadır. 1868’de başlayan İmparator Meiji dönemi ile güç feodal beyliklerden İmparator’a geçmiştir. Bu geçiş ile birlikte Japonya dışarıya açılmaya başlamış, bilim, teknik ve askerlikte ciddi bir yol almıştır. Büyüyen her ülke gibi Japonya da egemenlik alanını genişletmeye çabalamış, bunun sonucunda 1894-1895 Çin-Japon savaşı; 1904-1905 Rus-Japon savaşı meydana gelmiştir. İki savaşı da kazanan Japonya, Çin’in Mançurya bölgesini işgal etmiş, gözünü ileriye dikmiştir.

Bu esnada Rusya’nın egemenliği altında yaşayan Kırım Türk-Tatarları, Bolşevik İhtilali (1917) ile arada kalmış, bir kısmı Bolşeviklerin (Komünistlerin) tarafında yer alırken, bir kısmı Çar’ın yanında yer almıştır. İhtilalin sonuçları malum, Çar’ın yenilgisi ile sonuçlandığında, Çar taraftarı Türk-Tatarlar da kaçmak zorunda bırakılmış, Japonya’nın kontrolündeki yerlere kaymışlardır. Mançurya bölgesine gelen Tatarlar Japonların ilgi alanındadır. Türk bölgelerine doğru ilerlemesini sürdürmeyi hedefleyen Japonya, Türkleri daha yakından tanımak ister. Ayrıca politik olarak kullanmak isterler Türkleri. Bu, bir grup Kırımlı Türk-Tatar’ın Kore üzerinden Japonya’ya göçü ile sonuçlanır.  Diasporada oluşturulan Türk-Tatar cemaati, en son 1960’lara kadar Japonya’da varlık gösterir. O tarihten sonra, Japonya’da kalarak izlerinin kaybettiren birkaç  Hristiyan Tatar aile haricinde Japonya’da kimse kalmaz. Kırk yıl süren bir maceradır bu.

İşte bu maceralı yolculuğun sonunda dünyaya gözlerini Japonya’da açan bir çocuktur Ravil Amca. 1931, Tokyo doğumludur. Mançurya’da kürk ticareti yaparken eşinden ayrılan, 1920’de oğlu İbrahim’i yanına alarak yeni bir hayata göç eden Hasan Bey’in oğludur. Hasan Agiş, Japonya’daki Türk cemaatinden Hanife Hanım ile evlenmiş ve bir aile kurmuştur. Japonya’ya ilk gelenlerden biridir.

Din önemlidir diaspora insanı için. Gurbette insanları birbirine bağlar. O yıllarda Japonya’da sünnetçi yoktur. Ta Mançurya’nın Haylar bölgesinden Sünnetçi Baba gelir ara sıra ve sırası gelen çocukları sünnet eder. Çok sık gelmez, o yüzden daha bir yaşında olan küçük Ravil de aradan çıkar. Yıllar geçtikçe Sünnetçi Baba da ölür. Japon cerrahlara emanettir artık Türk çocukları.

Türk cemaati çalışkandır. Tokyo ve Kobe’ye yerleşen cemaatin kendi camisi ve okulu bile vardır. “İdil Ural Türk Tatar Okulu”. Okul, Ravil Amca’nın doğduğu yıl kendi binasında açılır ve yerleşik bir hale gelir. “Halife”leri Hatice Öğretmen, canla başla çocuklarına hayatı öğretir; Türk olduklarını asla akıllarından çıkartmaz. Arap alfabesi ile eğitim görülür, şimdilerde unutmuş olsa da Ravil Amca. Tek sınıfta tüm çocuklar aynı anda eğitim görürler. Ta ki sevgili öğretmenleri ailesi ile Japonya’ya göçünceye kadar. Öğretmenleri yoktur artık. Bir süre için “amcalar” idare etmeye çalışsalar da yürütemezler, böylece Türk-Tatar dilince eğitim gören küçük Ravil, 1941  yılında Japon okuluna gönderilir. Önce evde bir Japon öğretmenden Japomca dersleri alır Ravil Amca, sonra da okulda. Derslerde çok parlak olmasa da dillere yatkındır. Bugün bile Japonca’yı  çok iyi bir şekilde konuşup yazar. Japonya’dan Türkiye’ye doktora çalışması yapmaya gelen Japonlara yardımcı olacak kadar hem de.

Boylu poslu, güçlü kuvvetli bir çocuktur Ravil. Japon çocuklarının arasından hemen sıyrılır. O yıllarda Ravil Amca’nın tabiri ile “Spartan” tarzı eğitim verilmektedir Japon okullarında, “Spartan Kioyuku”. Ben araştırmalarımda bu konuda çok net bir şey bulamadım ama,Spartan Ekolü bir Alman eğitimci tarafından 1860’larda Almanya’da başlatılmıştır. Aynı eğitim sistemi Japonya’da da uygulanır. Derslerin yanında el sanatları, oyun, spor, doğa bilimleri, müzik bu sistemin tamamlayıcılarıdır. Türkiye’ye geldiğinde Ravil Amca fark eder ki, bu sistem Türkiye’de bir dönem başarı ile yürütülmüş olan “Köy Enstitüleri” sisteminin bir benzeridir.

Spor önemlidir 1. Paylaşım Savaşı içerisinde önemli bir aktör olan Japonya için. Çocuklar yüzer, atlar, zıplar. Geleneksel sporlar da yaptırılır o yıllarda. “Sumo” yaparlar örneğin, en son ders saatinde. Ravil Amca başarılıdır, boy ve güç avantajı ile. Sınıf ikiye ayrılır, Ravil sonlardadır. Karşı taraf güçlüdür, on kişi kaldıklarında Ravil’in takımı neredeyse bitmiştir. Sıra Ravil’e gelir, hepsini tek tek atar çemberden ve takımına müsabakayı kazandırır. O yılların oldukça faşist Japonya’sındaki bir okul için ağır bir darbedir, “Yabancı Turkoci”nin onları bir Japon sporunda yenmesi. En kahraman Japonlardır, en güçlü, en geleneksel. Ders bitiminde karşı takım sağlam bir dayak yer öğretmenden, yenilgiye ceza. Küçük Ravil bıyık altından gülmektedir. Diasporada bir çocuk için ne onurdur bu. Eve kadar zor sabreder, anne ve babasına anlatmak için.

“Bokto” bir başka geleneksel spor eğitimidir okulda. Tahta kılıçlarla çocuklara kılıç kullanma öğretilir. Okuyanların aklına hemen “Son Samuray” filmi gelecektir. Tom Cruise’nin tahta kılıç ile yediği dayaklar bir de. Onda da çok başarılıdır Ravil. Günümüzde Japonlar’ın bu sporu olimpiyatlara sokmak istediğini anlatır bir çırpıda.

Japonya’da hem Japon halkı, hem de Türkler oldukça muhafazakar ve gelenekseldir. Japon okullarında haftada bir saat “ahlak saati”dir. Oldukça faşist bir din olan (yalnızca Japonların kabul edildiği) “Şintoizm” dininin emirleri anlatılır. Buda ile Japon milliyetçi ahlakının bir karışımıdır. Büyüklere itaat, komşularla iyi geçinme, yalan söylememe, hırsızlık yapmamak. O dönemler, mahkemelerin pek işinin olmadığı yıllardır Japonya’da. Mahallenin polis noktasında görev yapan bir polis memurunun şöyle bir gözükmesi, tüm ahaliyi sindirmeye yeter de artar bile. İtaatkardır Japon insanı, devlete, samuraylardan bozma mafya “Yakuza”ya, ülkesini işgal eden Amerika’ya. Herkese karşı itaatkardır ve bu alınan geleneksel eğitimle çok alakalıdır.

Orada yaşayan Türk cemaat de aslında pek farklı değildir. Hiç unutmaz Ravil Amca, bir gün yaptığı yaramazlık sonunda “Hüseyin Abzi” (Hüseyin Amca) ona bir tokat atar. Koşarak babasına g,der Ravil. “Baba” der, “Hüseyin Abzi bana tokat attı”. “Öyle mii” diye karşılık bulur şikayeti. Ravil mutlu, babası gidip ondan hesap soracak. “Demek ki sen bir yaramazlık yaptın oğlum. Büyükler öyle boş yere dövmezler adamı” der babası, bir tokat daha ekleyerek. Büyüklerini şikayet etmemeyi öğrenir küçük Ravil.

Oyuncudur o yıllarda Ravil Amca. Tüm oyunlarda yer alır. “Umatobi” oynarlar mesela, yani bildiğimiz uzun eşek oyunu. “Takeuma” oynarlar büyük bir maharetle. Kamış Ağacı Atı demektir bu. Çocuklar kendi boyları kadar kamışları alırlar iki tane. Sonra bunların alttan yirmi santim yükseğine iki basamak çakarlar yine tahtadan. Ayaklarını o basamaklara basarak yürümeye çalışırlar. “Çambara” samuray oyunudur, bizdeki “komançi” gibi. “Hetay Gokko” askerlik oyunudur, savaş yıllarının çocuklarına. “Beygoma”lar vardır, demirden topaçlar yani. Bir leğenin içine iki topaç atarak devirmeye çalışırlar birbirlerini. Sonraki yıllarda televizyonda izlediğimiz Japın çizgi filmlerine benzer.

Ses sek oynarlar çocuklar, “martubi” adı ile. Oyunlar evrenseldir, yalnızca adları değişir coğrafyadan coğrafyaya. “Promay sumo” sumo güreşçilerinin kartlarıdır. Onları biriktirirler ve oyunlar oynarlar iskambil benzeri. Saklambaç “kakurembo” olur, ip atlama “navatobi”.

“Kendama” Ravil Amca için özeldir. Tahtadan yapılma bir oyuncaktır kendama. Ta oralardan saklayıp Türkiye’ye getirmiştir, o derece özel yani. Dört sivri ucu olan bir parça ve buna iple bağlı, ortası delikli bir tahta toptan oluşur. Sıra ile topu o deliklere geçirmesi istenir. Ravil Amca burada ayağa kalkar, büyük bir heves ve maharetle topu çubuklara teker teker geçirir. Neredeyse yetmiş yıl sonra aynı yetenekte bir çocuk ruhu ve becerisidir seksenlik bir delikanlının yüzünde parlayan, ellerinde vücut bulan.

Japonlar yeterince beslenmezler Ravil Amca’nın o yıllardaki gözlemine göre. Beslenme alışkanlıklarında yağ yoktur. Bu nedenle kışın sürekli burunları akar. Çocuklar akan burunlarını kollarına silerler. Kollarının yenleri hep parlaktı der Ravil Amca ve ekler: “Ben mendilli çocuktum”. Bir de Tatar mutfağının yağ ağırlıklı beslenme biçiminin koruması da eklenince kendisinin çok sağlıklı olduğunu söyler. “Japon çocukları sümüklü idi ve kolları bu yüzden parlaktı. Hakaret değil bu, gerçeği anlatıyorum. Onlara da bunu söyleyince beni onaylıyor ve gülüyorlar.”

O yıllarda yaz tatilinde bir yerlere tatile gitme alışkanlığı filan yoktur. Öğretmenler ile iletişim yazın da devam eder. Yaz etkinlikleri de mecburidir. “Cesaret Oyunu” oynatırlar mesela. Spor oyunları düzenlenir. Bir çeşit yaz okulu gibidir.

O yılların diaspora Tatarları, modern insanlardır. Güzel giyinirler, zaten göç edenler genel olarak memleketinde varlık sahibi olan kişilerdir. Kadınlar ve erkekler modern şapkalar takarlar. Bayramlarda, özel günlerde sık sık bir araya gelirler ve kalabalık yemekler düzenlerler. Namaz kılma zamanında fes takarlar, onlara göze dinin sembolüdür fes. Hintli Müslümanlar da cemaatle birlikte hareket ederler sıklıkla. Birlikte dini törenler düzenlerler. Etnik bir azınlık olması, insanları daha da yakınlaştırmaktadır.

Güzel yıllar çabuk geçer. Büyüyen ve hırslı Japonya’nın karşısında durmak ABD için bile zordur. Pearl Harbour’da ABD donanması Japon kamikazelerinden ciddi bir darbe alır. Ravil Amca’ya göre Japonya’yı durdurmak için ABD’nin elinde yalnızca atom bombası atma seçeneği kalmıştır. Hiroşima’ya atılan bombanın zamanlaması, tam da Ravil Amca’nın okulu bitirdiği tarihe, 1945’e denk gelir. Atom bombası atılmadığı halde bombardımanlarla yanmış yıkılmış bir şehirdir Tokyo zamanlar. Güzel ilkokul günleri sona ermiştir.

Savaşın sonunda Türkiye, Almanya ve müttefiklerine karşı savaş ilan etmiştir. Bunun üzerine Japonlar Türkleri bir toplama kampına koyarlar. Ravil Amca evin en büyük oğlu, eşyaları ve aileyi o götürmektedir aileyi kampa. Karşılaştığı bir Japon’a yol sorar, adam da anlatır. Biraz sonra yol tarif eden kişi polisten dayak yemektedir, sen nasıl yabancı ile konuşursun diye. Hiçbir zaman oranın bir parçası olamamışlardır ama bu faşizmin doruk noktası olmuştur onlar için. Toplama kampları dönemi beş ay sürmüştür ve atom bombasından sonra sona ermiştir. Ama bu dönem işsiz bırakmıştır Ravil Amca’nın babasını. Fakirdirler artık.

Kore Savaşı 1950’de patlak verir. ABD işgali altındaki Japonya, bu savaşın geri bölgesinde hizmet verir. Yaralılar buraya gelir. Askerler izinlerini Tokyo’da kullanır. Japonya için yeni bir hareket başlamıştır. Ekonomik bir hareketlilik söz konusudur. Ravil Amca ve yaşıtları hastanelere koşarlar, Türk ordusunun yaralıları ile ilgilenirler, tercümanlık yaparlar, hizmet ederler. Diasporaya yeni bir heyecan gelmiştir. Tabii bu arada diasporada yaşam git gide zorlaşmaktadır ve herkes bir şekilde Türkiye’ye gitmenin yollarını aramaktadır.

Bu arada dikkatli okurlar Mançurya’dan babası ile gelen büyük oğlan İbrahim’in ne olduğunu sormuşlardır. İbrahim, birkaç arkadaşı ile birlikte askeri okula kabul edilir. Japonya hala büyük düşler peşindedir o yıllarda. Türk topraklarına bu subaylar ile ulaşacaktır. Bu nedenle bu çocukları özel eğitime alırlar. Mısır’da El Ehzer üniversitesinde eğitime gönderilirler. Orada eğitim görürken Türk Büyükelçiliği ile irtibat kurarlar ve Türkiye’ye sığınırlar. Türkiye’de askeri okula alınır. Kara Harp Okulu’nu bitirir ve subay olur. Kore Savaşı’nda görev verilir. Diğer askerler bir yıl görev yaparken o tam iki yıl Kore’de kalır. Bu arada sık sık Tokyo’ya, ailesinin yanına gelir ziyarete. Ravil Amca ağabeyini görür doya doya.

Bu işler sürüp giderken Ravil Amca’nın eğitimi de devam etmektedir. İlkokuldan sonra İngilizce eğitim yapan bir koleje gider. İngilizce’yi öğrenir öğrenmesine ama okul ile arası hiç hoş değildir. Orta kısmı bitirdikten sonra oto tamircisi bir Türk’ün, Ahmet Amca’nın yanına çırak olarak girer Japon çıraklar ile birlikte. Çalışkandır ve eli bu işlere yatkındır. Gece kursları ile birlikte mesleğinde ilerler. ABD işgali yıllarıdır. Pek çok Amerikan arabası ülkeye girmiştir. Buna karşın savaş yorgunu Japonya’da yedek parça bulmak neredeyse imkânsızdır. Var olanı tamir etmeyi öğrenir Ravil Usta ve mesleğinde ilerler. Üstelik İngilizce bilmesi, etrafındakiler arasında kendisinin sıyrılmasını sağlar. Bu ustalık Türkiye’ye göçtüğünde çok işe yarayacaktır. Doğru dürüst bir tamircinin olmadığı Türkiye’de, 1950’lerde, bakanların doğrudan telefon ettiği, herkesin el üstünde tuttuğu bir ustabaşı olarak işe başlayacak, önce İstanbul’da, ardından Ankara’da çalışmaz denilen tüm arabaların tek adresi olacaktır.

1954’te, Türk Birliklerini taşıyan gemilerle Türkiye’ye dönen Ravil Amca’nın Japonya macerası burada sona ermiştir. Ailesinin kalan bireylerini de Türkiye’ye getirir. Eskişehir’den Tatar bir hanım ile evlenir ve kültürünü kendi çocuklarına eksiksiz öğretir. Bugün Ankara’da emeklilik hayatını süren bir ustabaşıdır Ravil Agiş. Bunca maceranın ardından hayatın anlamını çözmüş bir Anadolu bilgesi, bir anıt insandır. Dimdik durur tüm yaşadıklarına ve bir an bile şikayet etmeyi düşünmez. Hayatın içerisindeki hoşlukları yakalar. Ankara’da hava sıcaklığının 20 derecenin üzerine çıkması bile onun için bir kutlama sebebidir. Ve hala baston yutmaya devam etmektedir.