Amy Cuddy’nin “Beden Diliniz Kim Olduğunuzu Belirler” adlı TED konuşması Youtube kanalında toplam 4.800.000 kez izlenmiştir ve en popüler TED konuşmaları arasında sayılmaktadır[1]. Ne diyordu bu konuşmasında Cuddy ? Ruhsal durumunuz beden dilinizi etkiler. Bu bilinen bir şey. Peki, beden diliniz ya da duruşunuz da ruhsal durumunuzu etkiler mi? Buna cevabı kesin bir “evet”tir.
Bu konuşmanın neden bu kadar popüler olduğu sorusunun cevabı muhtemelen beden dili konusunun popüler olmasından kaynaklanmaktadır. Hem de neredeyse 50 yıldır bu konudaki merak devam etmektedir. Bu merakın altında yatan sebepler çok farklılaşmakla birlikte, bana kalırsa en başta gelen sebebi modern çağın kolaycılık kültüründen kaynaklanmaktadır. Karnıma bir bant yapıştırayım ya da iki hap içeyim de hiç zorlanmadan kiloları vereyim yaklaşımı, beden dili için de geçerliliğini korumaktadır. Aslında karmaşık bir iletişim biçimi olan beden dili, insanın biricikliği hesaba katılmadan genelleştirilerek istenilen kişisel hedeflere kestirmeden ulaşma yolu olarak gösterilmektedir.
“Elini üstten sık, dominant ol, senden çekinsin. Saçını karıştır, karşındaki senden hoşlansın. Aynı şekilde bacak bacak üstüne at, senden etkilensin.”
Oysa durum, popüler kitapların anlattığından ve bizlere dayatmaya çalıştığından bir hayli karmaşık yapıdadır. Beyaz bir levha olarak geldiğimiz hayatta üzerimize yazılan her kelime bizi farklılaştırdığı için bu durum, ister istemez beden diline de yansımaktadır.
Popülerlikten bahsetmişken, beden dili kavramı da aslında popüler bir isimden gelmektedir. Beden dili kavramı ile bahsedilen, iletişim bilimlerinde ve sosyal psikolojide iletişimin ana dallarından birisi olan “sözsüz iletişim”dir. Sözsüz iletişim, kelimelerin dışarıda kaldığı iletişim biçimlerinin tamamı olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan hareket ettiğimizde, kendimizin ve karşımızdakinin yaptığı ya da yapmadığı her türlü sözsüz mesajın karşı tarafa ve kendimize bir etkisi söz konusudur. Bu müthiş bir saptamadır, çünkü sözsüz iletişimin gücünü gözler önüne sermektedir. Sözlü iletişim ya da yazılı iletişimde, yaptığınız edimin mesaj değeri vardır. Bir sözü söylüyorsanız bu karşı tarafa ya da kendinize mesaj olarak geçer. Eğer söylemezseniz bu tamamen sizde kalır. “Dilimin ucuna kadar geldi de söyleyemedim” durumu ortaya çıkar. Keza yazmak da konuşmanın görsel halidir. Yazmadığınız bir şeyden dolayı kimse sizi suçlayamaz, herhangi bir mesajı size mal edemez. Ancak konu sözsüz iletişime yani beden diline geldiğinde işler değişir. Bedenimiz hiç susmaz, uykuda bile mesaj yaymaktadır. Çoğunlukla susmanız ve tepki vermemeniz daha fazla şey ifade eder. İnsanlar bunlardan kendilerine göre pek çok anlam çıkartırlar. Üstelik bu mesajlara sözlü mesajlardan daha fazla itimat ederler. Yapılan pek çok araştırma, insanların yalan tespitinde sözsüz işaretlere daha fazla güvendiklerini ortaya koymuştur.
Bizler beden dilinden bir takım anlamlar çıkarmak için normal ile normal olmayanı ya da normalden sapma olarak kabul ettiğimiz şeyleri karşılaştırırız. Zihnimizde pek çok konuda normal kabul edilebilecek standartlar vardır ve bunlar hayat boyu beynimizin hard diskine yerleştirilmiştir. Gün boyunca pek çok normali ve normalden sapmayı karşılaştırır ve durumumuzu buna göre belirleriz. Kabul edilebilir bir içme suyu sıcaklığımız vardır, eğer soğuksa hastalanacağımızdan korkar ve bunu içmeyiz. Sokak köpeğinin normal kabul ettiğimiz bir duruşu vardır. Belli durumlarda tedirgin olur, ısırabileceğinden endişelenir ve uzaklaşırız. Yani normalden sapmaların tespiti, hayatta kalmamız (survival) için oldukça önemlidir.
Sosyal hayatımızda da normalden sapmaların tespit edilmesi ve fark edilmesi son derece önemlidir. Çocuğumuzun davranışlarındaki anormallikler, gözlem yapabilen ve farkında olabilen aileler için son derece önemlidir. Yetişkinler zaman geçtikçe kendi bedenlerine hakim olabilme konusunda önemli bir yol kat ederler. Sözsüz sızıntılar haricinde istemedikleri duyguları ve durumları sezdirmeyebilirler. Örneğin gülümsemek bu amaçla en fazla kullanılan maskemizdir. Ancak çocuklar ve gençler bedenlerine henüz biz yetişkinler kadar hakim değillerdir. Bu nedenle örneğin kendilerine yönelik bir taciz ya da kabadayılık gibi hareketler sonucunda beden duruşlarını küçültme, göz kaçırma, konuşma oranında azalma, yalnız kalmaya çalışma gibi bir takım değişiklikler görülebilir ve bir takım şeyleri işaret edebilir. Bakışlarda donuklaşma (bakışlar da elbette beden dilinin önemli bir unsurudur), bedeni küçültme, sakarlık, dilde sürçme, yalan söylemede artış, uyuşturucu kullanımına işaret edebilir.
İlişkilerimizde de sözsüz işaretlerin takibi hayati öneme sahiptir. Çoğunlukla günlük hayatımızı ve ilişkilerimizi bu işaretlere göre düzenleriz. Kişilerin normal davranışlarına göre zihnimizdeki beden dili kataloğunu kendiliğinden kullanıma açar, buna göre hareket ederiz. Gece yarısı metro istasyonunda sizinle birlikte bekleyen kişinin bakışları, duruşu, başının öne eğik oluşu, ayaklarının açıklığı birden tehdit sinyali verir ve oradan uzaklaşma ihtiyacı duyarız. Eşimizin ya da arkadaşımızın davranışlarında ya da mesafesindeki uzaklık dikkatimizi çeker, bir problem olduğunu anlarız. “Nen var senin” şeklinde uzayıp giden monologlar bir türlü bitmek bilmez. İşte tam da bu yüzden “Hiçbir şey yok” cevabını asla kabul etmeyiz. Bir şey vardır ve beden dili bunu inkârı imkânsız bir şekilde ortaya koymaktadır.
Benim akademik anlamda üzerinde en fazla çalıştığım konu olan “yalan tespiti”nde de normalden sapmalar yakalanarak bir sonuca gitmeye çalışılır. Çevremizdeki insanların normal davranışları, yine bilinçaltımızdaki kataloglarda kayıtlıdır. Normalini bildiğimiz insanların bir takım davranış değişiklikleri bize yalanı, değilse bile en azından stres durumunu işaret eder. Bu işaretleri yazının konusu olmadığı için detaylı olarak aktarmayacağım. Şu kadarını söyleyebilirim ki, karşısındakini görmeye başlayan kişide bu durum bir yerden sonra alışkanlık halini almakta ve yalanı kendiliğinden yakalamaya başlamaktadır. Üstelik söz konusu işaretler yalnızca sözsüz dile değil, sözlü ifadeler için de geçerlidir. Kişinin normal konuşmasından sapmalar, gereksiz tekrarlar, istenmeyen yeminler, konuşma bozuklukları da benzer şekilde yalanı ifade edebilir.
Buraya kadar normal ve normalden sapmalardan bahsettik ancak normalin neye göre belirleneceğinden bahsetmedik. Normal ve anormal psikolojide son derece önemlidir ancak kimin normal, kimin anormal olduğunu belirlemek zor bir iştir. Genel olarak çoğunluğun normal olduğu, sürüden ayrılanın anormal olduğu varsayılır.
Psikoloji bilimi, insanı biricik kabul etmektedir. Genetikten kaynaklanan pek çok karakter ve huy özelliğimizi doğuştan getirdiğimiz gibi, anne karnından itibaren dış dünyaya ait pek çok etki bizi şekillendiriyor. Annemizin nasıl bir hamilelik dönemi geçirdiği, nasıl bir ortamda çalıştığından, doğumdan sonra nasıl bakıldığımız, kucağa alınıp alınmadığımız, dokunulup dokunulmadığımız gibi pek çok faktör ilk bir buçuk senelik gelişimi boyunca limbik beynimizi etkiler ve karakterimiz şekillenir. Aile, eğitim, meslek ve alışkanlıklar derken insanın biricik olma hali ortaya çıkar. Biricik olan hiçbir şeyin standardından bahsedemeyiz.
İnsanın biricik olma halini kabul ettiğimizde başka bir problem ortaya çıkmaktadır, çünkü bu durumda herkese uyacak genel geçer beden dili kuralları, işaretleri ya da yalan tespit işaretlerinden bahsedemeyiz. Beden dili kitaplarının genel sorunu da buradan başlamaktadır. Bu tür “kişisel gelişim” kitapları insanı genelleştirmeye çalışmakta ve herkese uyabilecek türden hareketler belirlemektedirler. Böylece bilime uygun olmayan bir genelleme ortaya çıkmaktadır.
Bir başka yanılgı da yalan tespitinde söz konusudur. Yalanı tespit etmek hayli zor bir çabadır. Çünkü yalan tespit etmek bir yerde zihin okumaktır. İnsan yine biriciktir ve herkese uyan yalan sinyalleri söz konusu değildir. Yalan tespitinde bir “Pinokyo etkisi”nden söz etmek de mümkün değildir. Bunu yapmak bu nedenle zordur. Ancak yine benzer “how to…” tarzı kitaplar herkese uyabilecek yalan işaretleri verme iddiasındadır.
Tabii bu kitapların ortaya çıkışı, “kolaylıklar çağı”nın “post-modern” insanına özgü bir yaklaşımdan kaynaklanır. Günümüzde kitleler kolaycılığa alıştırılmış, her konuda basit bir yöntemle başarıya ulaşabileceklerine inandırılmışlardır. Bir hap yut, hiç emek harcamadan zayıfla; şu kremi yüzüne sür, anında on yaş gençleş gibi iddialar buna örnek olarak verilebilir. Benzer şekilde kişisel gelişim kitapları da aynı iddiaları tekrarlar: “Yedi adımda ilişki kur. Karşınızdakini on saniyede ikna edin. Yönetimde beş maymun” gibi. Aynı yaklaşımı bu nedenle beden dili ve yalan tespiti kitaplarında da görmek mümkündür. Uzun yıllar üzerinde çalışılmış ve pek çok önemli sonuçlara ulaşmış olan bir bilim dalı basitleştirilmeye ve popülerize edilmeye çalışılmış, üstelik bu konuda oldukça başarı sağlanmıştır. Tam da bu yüzden beden dilini okuyacağım diye karşısındakini durmadan süzen, dominant el sıkacağım diye nezaketsizlik yapan, yalan tespit edeceğim diye “gözlerimin içine bak” şeklinde karşısındakini sıkıştıran tiplere rastlamak mümkündür.
Tabii burada “Eğer hiçbir konuda kesinlik yoksa sen ne ile uğraşıyorsun, bu bilim dalı ne elde etti” şeklinde sorular gündeme gelebilir ki son derece haklıdır. İnsanoğlu biriciktir ve genellenmesi zordur. Ancak beynimiz keşfedildikçe ortaya çıkan bir takım gerçekler bizlere bu konuda yolumuzu bulabilmek, insan denen karmaşık labirentin içerisinde kılavuzluk yapmak için yardımcı olmaktadır.
İnsan beyni üç bölümden oluşmuştur. Üstelik bu oluşum, tüm canlılar aleminin gelişimi üzerine bina edilmiştir ve birikimsel bir bilgidir.
Beynin en basit ve en alt düzeydeki kısmı beyin sapıdır. Biz buna sürüngen beyni adını veriyoruz. Sürüngen beyni diyoruz çünkü bu beyin sürüngenler dahil en alt düzeydeki canlıların tamamında vardır. Sürüngen beyni bizim hayatta kalmamız için en temel bilgiye sahiptir ve anne karnında oluşarak hayata tutunmamızı sağlar.
İkinci yani ortada kalan kısma limbik beyin adını veriyoruz. Limbik beyin, memeli beyni olarak bilinir çünkü tüm memelilerde var olan ortak beyindir. Çeşitli duygularımızın merkezindedir. Korkunun da, mutluluğun da, sevincin de merkezinde limbik beyin varır.
En üstte kalan ve bizi diğer canlılardan ayıran ise düşünen beyin yani neo kortekstir. Düşünen beyin yavaş olan beyindir. Kendiliğinden çalışmaz, değerlendirmeler yaparak, planlı ve istemli çalışır. Medeniyetimizin şu anki durumuna getiren de yine düşünen, insan beynimizdir. Amaç doğrultusunda istemli hareket eder. Varlığından rahatsız olduğumuz patronumuzu gördüğümüzde midemizi kaldıran, burnumuzun üstünü kırıştırarak tiksinme hareketini ortaya çıkartan limbik beynimizdir ve istem dışı hareket etmektedir. Öte yandan bu duyguyu karşı tarafa hissettirmemek için bir gülümseme maskesi taktıran, bedeni küçülterek kendisini tehditkâr görüntüden uzaklaştıran düşünen insan beynidir. Yani çoğunlukla bilinçli davranışlarımızın merkezinde düşünen beynimiz, bilinçdışı, kendiliğinden ve istemsiz hareketlerimizin merkezinde ise limbik beynimiz yer alır.
Peki, bu bilginin bize faydası nedir? Biz bunu iletişimin hangi boyutunda kullanacağız?
Yukarıda da belirtildiği üzere, insanoğlunun davranışlarının pek çoğu standartlardan uzaktadır. Örneğin yapılan araştırmalar göstermiştir ki, kişinin bir diğerini selamlamak amaçlı kaşlarını anlık bir biçimde kaldırıp indirerek yaptığı selamlama hareketi haricinde evrensel kabul edilebilecek bir beden dili hareketi yoktur. Ancak limbik beynin neden olduğu istem dışı davranışlardan bazıları doğru bir biçimde gözlemlenerek ortak davranış biçimlerine ulaşılabilir. Bunlardan en önemlisi ve bilineni yedi ortak duygu ifadesidir.
Ünlü araştırmacı ve psikolog, “Lie to Me” dizisinin yaratıcısı ve ilham kaynağı Paul Ekman, yıllar önce elde ettiği tesadüfi bir araştırma bursu neticesinde kendisini Amerika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşayan ilkel kabilelerin arasında bulur. Araştırmanın amacı, Charles Darwin’in “İnsanlarda ve Hayvanlarda Duyguların İfadesi” adlı kitabında yer alan insanlarda ve hayvanlarda ortak ve evrensel duygu ifadelerinin varlığına ait iddiasının araştırılmasıydı. Ekman kendisi de pek inanmadığı bu araştırmaya başladıktan bir süre sonra, iddialarda doğruluk payının olduğunu şaşkınlıkla fark etti. Batılı kişilerin çeşitli duyguları ifade eden mimiklerin, medeniyete yolları hiç düşmemiş olan; bırakın televizyonu, aynaları dahi olmayan ilkel toplumlar tarafından tanındığına ve doğru bir biçimde tanımlandığına şahit oldu. Yani bir Amerikalı mutlu olduğunda ya da öfkelendiğinde yüzü nasıl bir ifade alıyorsa, uzak ilkel kabilenin bir üyesi de aynı yüz ifadesini alıyordu. Araştırma uzun bir süre devam etti ve pek çok farklı kültürü içine alacak şekilde genişletildi. Görüldü ki insanlığın paylaştığı yedi adet ortak duygu ifadesi söz konusudur. Bunlar: mutluluk, üzüntü, öfke, korku, şaşkınlık, tiksinme ve küçümsemedir. İnsanlar, yüz kasları sayesinde binlerce yüz ifadesini gerçekleştirebilirler ancak evrensel olarak kabul edilen yalnızca yukarıda sayılan yedi ifade biçimidir. Bu ifadelerin anlık bir biçimde yüze yansımaları (mikro ifadeler) tespit edilebildiği taktirde kişinin maskelemeye ve saklamaya çalıştığı gerçek duyguları yakalanabilir.
İstemli ve istemsiz beden dli davranışları iki şekilde incelenmelidir.
İstemli beden dili, bizim başkaları ile iletişim kurma biçimimizi belirler. Bu davranışlar inceliklidir; öğrenilebilir ve alışkanlık haline getirilebilir. Bir kişi doğru bir biçimde el sıkma alışkanlığı geliştirerek ikili ilişkilerde dokunmaya dayalı iletişimini zenginleştirebilir ve daha anlamlı bir iletişim kurabilir. Bakış konusunda kendini geliştirebilir. Uzaklaşma ve yaklaşma hareketleri ile yakınlık kurabilir. Karşısındakinin davranışlarını taklit ederek daha kolay iletişime geçerek ikna edebilir. Bunların her biri bilinçli bir yaklaşımla kolayca benimsenebilir davranış kalıplarıdır. Beden dilinin öğrenilebilir kısmı budur.
İstemsiz beden dili ise bizim başkalarını gözlemleme ve okuma biçimlerimizi belirler. Kişinin davranışları gözlemlenir ve ilgi-ilgisizlik, stres-rahatlık, şaşkınlık-olağan karşılama gibi pek çok ruh hali fark edilebilir. Kişinin yalan söylediğine dair ipuçları yakalanabilir. Sunum yaptığımız kişinin sıkıldığı ve uzaklaşmak istediği anlaşılabilir, bu sayede iletişim daha kısa sürede kesilerek nazik bir insan olduğumuz belli olabilir. Tanıtımı yapılan bir ürüne karşı kişinin ilgi hali gözlemlenerek satışa yönelik yaklaşımlar geliştirilebilir. Duygusal ilişkiler buna göre ayarlanabilir. Kısacası görmeyi bilen eğitimli bir göz bu sayede karşısındakini bir kitap gibi okuyabilir.
Son olarak standardı olmayan insanın normal davranışlarının nasıl değerlendirilebileceğine dair birkaç ipucu vermek istiyorum. Çevremizdeki insanların normal davranışlarını biliriz, bundan daha önce bahsettim. Ancak daha önce hiç görmediğimiz kişilerin normal ya da baz davranışlarını nasıl tespit edeceğiz? Örneğin bir iş görüşmesi için karşınıza gelen kişiyi nasıl okuyacağız. Kişinin davranış değişikliklerini görmek gerekir ki onun stres durumunu ya da yalan söyleme ihtimalini değerlendirebilelim. Bunun için kişi ile yakın ilişki kurmak gereklidir. Karşımıza gelen kişi ile öncelikle normal ya da onun ilgisini çekebilecek konular üzerinde konuşmak, yakınlık kurmanın anahtarlarından birisidir. Örneğin kişinin memleketi, aldığı eğitim, ailesi, hobileri, yaşam felsefesi, en son yaptığı tatil, hatta görüşmeye gelirken katlanmak zorunda kaldığı trafik çilesi iyi birer yakınlık kurma konularıdır. Bunlar üzerinden kişinin ilgisini çekebilecek konular yakalandığı taktirde kişi kendisini daha yakın hissederek normal davranışlar sergileyecektir. Keza taklitçilik, yakınlık kurmanın yollarından birisi olarak kabul edilir. Taklit etmek, kişinin davranışlarını, örneğin bacak bacak üstüne atma, yakınlık mesafesi, nefes alma ritmi ya da konuşurken tonlaması gibi hususlar kişiye fark ettirilmeden taklit edilebilir. Taklit edilmenin kişi üzerinde son derece olumlu etkileri olduğu ve bu sayede daha kolay ikna edilebildiği bilimsel olarak ortaya konulmuştur. Bu yöntemler ile kişinin normal davranışları, bir başka deyişle kişisel standartları tespit edilebilir. Bundan sonra yapılacak olan iş mülakatı ya da mesleki görüşmede kişiye sorulacak olan bazı önemli ya da hassas sorular karşısında verdiği cevaplardaki normalden sapmalar yakalanabilir ve bunun üzerine gidilerek kişi hakkında gerçek bilgiler elde edilebilir.
Sonuç olarak bizler iletişim kurarken yalnızca konuşarak yani sözlü
iletişim ile duygu ve düşüncelerimizi aktarmayız. Konuşurken aynı zamanda ve
daha da yoğun olarak sözsüz dilimiz ile mesajlarımızı aktarırız. Eğer sözsüz
dili yani beden dilini bilir ve etkili bir biçimde okur ve kullanırsak, daha
zengin bir iletişime sahip olur, çevresinde istenen, beğenilen ve saygı gören
bireyler halini alırız. Bunun için etkin ve bilimsel kitapları okumalı ve
kişiyi okumanın alışkanlık haline gelmesini sağlayacak kadar uygulama
yapmalıyız. Sözsüz iletişimin “Çoğunlukla
farkında olmayan bir kaynak ile çoğunlukla farkında olan bir alıcı arasında
geçtiğini” de unutmamalıyız.
[1] http://www.youtube.com/watch?v=Ks-_Mh1QhMc