“Soruya cevap vermez, ya da kaçamak cevaplar verir, anlamsız konuşur, topuğunu yere sürter, ve titrer, yüzünün rengi kaçar, parmaklarıyla saç diplerini kaşır.”
-Yalancının tanımı, M.Ö. 900
Evimizde çocuğumuzla konuşurken tutun bir kabahat neticesi müdür odasına alınan öğrenciye, kolluktaki ifadeden tutun mahkemedeki ifadeye kadar, doğruyu dinlemeye ihtiyaç duyduğumuz her ortamda değişmeyen bir ses çınlar: “Gözlerimin içine bak!”. Neden? Çünkü gözler yalan söylemez. Gözler, doğruyu ortaya çıkaran turnusol kağıdı gibidir, değil mi? Gözlerine baktığımız zaman yalanı hemen anlarız. Hiç kimse, birisinin gözlerinin içine bakarak yalan söyleyemez. Acaba öyle mi? “Gözümüzün içine baka baka yalan söyledi!” diye bir kavram deyim de yok mu?
DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR
İfade almak kavramı her ne kadar kolluk ve yargılama sistemi ile ilintili görülse de, aslında hayatın her alanında yer almaktadır. Arapçadan dilimize geçmiş bir kavramdır ve sorguya çekmek anlamına gelmektedir[1]. Kelime anlamı ile değerlendirildiğinde kavram son derece genelleşmektedir. Çocuğuna neden ders çalışmadığını ve sınavdan zayıf not aldığını soran bir babanın aldığı da aslında bir ifadedir, kopya çekerken yakalanan bir öğrenciye sorulan sorular da aslında bir ifade alma sürecidir. Kolluk ve yargı boyutunda ise konu mesleki bir terim halini almaktadır. Kovuşturma ve soruşturma safhasında şüpheli-sanık, mağdur ve tanığın sorgulanması da hukuk terimi olarak ifade almak şeklinde adlandırılır.
İfade almada esas doğruya ulaşmaktır. Hangi anlamda düşünürsek düşünelim netice itibariyle karanlıkta kalan bir husus vardır ve ifade alan (sorgucu) bu hususu aydınlatmaya çalışmaktadır. Ortada fiziksel bir delil ya da üçüncü bir kişiden temin edilecek bir bilgi olmadığı taktirde ifade almanın önemi daha da ön plana çıkmaktadır, çünkü elinizde olayı (suçu) aydınlatacak başka bir vasıta yoktur. Örneğin salondaki antika vazo kırılmıştır ve nasıl kırıldığının anlaşılması sadece evdeki yaramazın doğruyu söylemesi ile kaimdir. Çocuğa karşı yapılan bir cinsel tacizin ortaya çıkarılması ya da ispatlanması bir çok kez mağdur çocuğun ve failin ifadesine bağlıdır ve ifadeyi alan kim olursa olsun doğruyu yanlıştan ayırabilme yani yalan işaretlerini tespit edebilme yeteneklerine güvenmek zorundadır. Ancak insanlara, ellerinde fiziksel bir delil ya da bağımsız bir bilgi olmaksızın doğruyu ve yalanı birbirinden ayırmaları istenildiğinde başarı %45-%60 arasında kalmaktadır. Bunlar düşük yüzdelerdir çünkü %50 doğru karar verme tamamen tesadüfi olarak da beklenebilir[2].
Evebeynlerin çocuklarını tanımaları ve yalan söylediklerinde fark etmeleri beklenir. Keza öğretmenler ve idareciler öğrencilerini iyi tanımalıdırlar ve hareketlerinden yalan söylendiğini anlamalıdırlar. Kolluk ve yargı personeli ise yalan yakalama konusunda uzmandırlar ya da en azından mesleki olarak öyle olmaları gerekir. O halde yalan yakalama yüzdeleri neden düşük çıkmaktadır?
Bunun sebeplerinden bir tanesi gerçekte yalanı ortaya çıkaran işaretler ile insanların yalan tespit işaretleri olduğuna inandıkları arasında fark olmasıdır. İnsanların bu konudaki inançları genellikle kendi davranışsal huylarından hareketle ortaya çıkardıklarıdır[3]. Daha açık bir deyişle kişi; kendisi yalan söylerken vücudunda ne tür değişiklikler oluyorsa aynısını karşısındakinden de beklemekte yani yalan söylediğinde yüzü kızaran kişi karşısındakinin de yalan söylerken yüzünün kızaracağına inanmaktadır. Oysa her insanın yalan söylediğinde verdikleri tepkiler birbirlerinden farklılık gösterebilir. Yanlış inançları doğru kabul etmek ise, yalan tespit etmeye çalışırken insanların yanlış ipuçlarına başvurmalarına yol açar.
Göz kaçırma davranışı, yaygın olarak yanlış bilinen bir yalan tespit işaretidir. Genel olarak konuşurken gözlerini kaçıran, karşısındakinin gözlerinin içine bakamayan kişinin yalan söylediği düşünülür. Bu öylesine yaygın bir bilgidir ki, deyimlerimize bile yerleşmiştir. “Gözler yalan söylemez”, “Gözler kalbin aynasıdır”, “Gözünün içine baka baka yalan söylemek” bunlardan sadece birkaç tanesidir. Oysa bunu yalan tespitinde yeri olmadığı bir çok çalışma ile ortaya çıkarılmıştır. Dahası profesyonel ya da usta yalancı diyebileceğimiz kişilerin inandırıcı olmak için karşısındaki ile göz temasını sağlamaya ve korumaya çalıştığı da bilimsel bir gerçektir. Bir diğeri ise saç ve kıyafet düzeltme hareketlerinin yalan tespit işareti olduğuna dair inançtır. Keza bu hareketin de yalanı ortaya çıkarmadığı kanıtlanmıştır. Yapılan araştırma sonuçlarına göre; göz kaçırma ve saç-kıyafet düzeltme hareketlerinin yalan söyleme ile bağlantılı olduğu görüşüne inanan kolluk görevlilerinin, yalan tespit testinde en kötü sonuçları aldığı belirlenmiştir[4]
100
adet yalan çalışmasının sonuçlarının toplu olarak incelendiği bir çalışmaya
göre ise; kişilerin belirlediği yalan işaretleri ile gerçekte olması gereken
yalan işaretleri arasında büyük çoğunluğun bağlantılı olmadığı, az bir kısmının
ise zayıf bir bağlantısı olduğu tespit edilmiştir.[5] Yani doğru söyleyenlerle yalan
söyleyenler arasında insanların beklediklerinden daha az fark vardır. Yalan
söyleyenlerin “heyecanlı “olacakları beklenir. Ancak yalan söyleyen kişilerin
(muhtemelen bilişsel yükleme, başka bir deyişle zihinsel zorlanma nedeniyle)
hareketlerini azalttıkları bilinmektedir. Oysa heyecanlı kişilerin daha fazla
hareket yapması beklenir. Gerçekte, heyecan ve yalan söyleme bağlantısı çok
sınırlıdır. Sadece yedi yaş ve altındaki çocukların yalan işaretlerini
bastırması zordur, dolayısı ile heyecanlanmaları muhtemeldir.
[1] TDK, Büyük Türkçe Sözlük.
[2] Vrij, Aldert vd. (2006). Poliçe Officers’, social vvorkers’, teachers’ and the general public’s beliefs about deceptiön in children, adolescents and adults.Legal and Criminological Psychology dergisi. Sayı: 11 Sf:297-312
[3] Eichenbaum ,H., Bodkin, J.A. (2000). Belief and knovvledge as distinct forms of memory. In Vrij, 2000, a.g.e.
[4] Vrij ve Mann (2001), Vrij ve Bull (2004).
[5] DePaulo, B. M., Lindsay, J. L., Malone, B. E., Muhlenbruck, L., Charlton, K., & Cooper, H. (2003).
Cues to deception. Psychological Bulletin, 129, 74–118.
[1] TDK, Büyük Türkçe Sözlük.
[1] Vrij, Aldert vd. (2006). Poliçe Officers’, social vvorkers’, teachers’ and the general public’s beliefs about deceptiön in children, adolescents and adults.Legal and Criminological Psychology dergisi. Sayı: 11 Sf:297-312
[1] Eichenbaum ,H., Bodkin, J.A. (2000). Belief and knovvledge as distinct forms of memory. In Vrij, 2000, a.g.e.
[1] Vrij ve Mann (2001), Vrij ve Bull (2004).
[1] DePaulo, B. M., Lindsay, J. L., Malone, B. E., Muhlenbruck, L., Charlton, K., & Cooper, H. (2003).
Cues to deception. Psychological Bulletin, 129, 74–118.