Belgesel izlemeyi severim. Özellikle hayvan belgeselleri ve özellikle de aslan belgeselleri. Aslanlar en sosyal kediler. Aile hayatları müthiş bir şekilde insanlara benziyor. O nedenle onları daha bir ilgi ile izliyorum.
Bugün de tesadüfen bir belgesele takıldım. Adı “Afrika’nın Avcıları”. Bir yerinden yakaladı ve sonuna kadar kendisini izlettirdi.
İki yetişkin dişi aslanın o yılki bebekleri var. Hepsi de aslan olmayı öğreniyorlar. Aralarından birisi kendisini hemen fark ettiriyor. Diğerlerine göre daha küçük kalmış bir dişi yavru. Müthiş sevimli, diğerlerinden genelde ayrı kalmayı tercih eden bir tip. İki kız kardeş yavrulara beraber bakıyorlar.
Bir gün bulundukları yerden hareket ediyorlar ve ne hikmetse bu yavru geride kalıyor, unutuluyor. O kadar küçük ki, belki de önemsenmiyor. Diğerlerinin arkasından bakakalıyor. Belki de önemsenmeyi bekliyor. Birisinin onu hatırlayıp geri dönmesini, hadi nerede kaldın ufaklık demesini bekliyor. Ama maalesef kimse geri dönmüyor. Yapayalnız kalıveriyor.
Ortaokul yıllarımda bir tatilde amcam beni Edirne çarşısında unutmuştu siyaset muhabbetlerine dalıp. Belki gideceğimiz yer çok yakındı ama ben bulamamıştım. Geri dönmeyince bir taksi tutmuş, evi güç bela bulmuştum. Aynı amcam babamı da (hem de çocuk olmadığı halde) dinlenme tesisinde unutmuş, ne zaman sonra hatırlayıp almaya gelmişti. Uzun yıllar bunun esprisini yaptı “Koskoca müdür beyi nasıl unuttuk yahu!” diyerek. Şimdi biraz rahatsız, Allah acil şifalar versin.
Aslan yavrusu en sonunda kimsenin dönmeyeceğini anlıyor ve ümitsizle bağırıp annesine sesini duyurmaya çalışıyor. Küçük paytak adımlarla onlara yetişmeye çalışıyor ama nafile. Artık ormanın ortasında tek başına, çaresiz bir kedi yavrusundan başka bir şey değildir ama bir aslan yüreği taşımaktadır. Çaresizce bağırarak dolaşırken hava kararıyor. Bu arada aslında ses çıkartması da ayrı bir tehlikedir. Etrafında bu küçük lokmayı bir kerede götürecek pek çok yırtıcı vardır. Önce bir leopar gözüne kestiriyor ama hipopotamdan korkarak kaçıyor. Yavru dolaşırken kendi ailesinden genç erkek aslanların arasına düşüyor. Seviniyor ve çaresizce meme arıyor. Oysa erkek aslanlar hoyrat pençe ve ısırıklarla bu genç bireyle bir ölüm oyununa başlıyorlar. Küçük bir top gibi aralarında çeviriyorlar. Ölmesi an meselesidir. Ama yavru inatla o küçücük pençelerini kullanıyor ve kaçmaya çalışıyor. En sonunda ölmek üzereyken annesine kavuşuyor ve annesi azgın gençleri kovuyor.
Mutlu son zannediyorsunuz, değil mi? Ama hayat ormanda o kadar da basit değil. Akşamki saldırılardan dolayı zarar gören bebek aslan yalpalıyor yürürken. Dişi aslanlar sakatlanan, zayıf ve yaşama şansı düşük bebekleri bazen reddedebiliyor. Bu bebek de bir türlü annesini ememiyor. Bir ümit teyzesini emmeye çalışıyor ama oradan da yüz bulamıyor. Aile öylesine dışlıyor ki, diğer bebek kardeşleri bile o yokmuş gibi davranıyorlar. Ne kadar ilginç bir sosyal yapı. Bebek bir tam gündür aç ve susuzdur ve artık düz bir çizgide bile yürüyemiyor. Aile onu geride bırakarak su kaynağına gidiyor ve zavallı onlara yetişmeye çalışıyor. Diğerlerinin koruması olmaksızın suya erişmeye çalışıyor. Suyun içinde bir timsah bu lezzetli lokmayı beklemeye çalışıyor, ölmesi an meselesi. O anda annesi merhamet ediyor bu inatçı bireye. Koruyor, su içmesine yardımcı oluyor. Sonra da emmesine izin veriyor. Ölmesi kesin olan bir bebek, inatçılığı ile hayata tutunuyor ve kardeşlerinin arasına katılmaya hak kazanıyor.
Gözlerim yaşlarla ve ibret alarak izledim bu belgeseli. Aslında pek çoğumuz tıpkı bu küçük yavru gibi beton ormanın ortasında yalnız kalıveriyoruz. Pek çoğumuz onun gibi sevimliyiz, savunmasızız, zararsızız ama bu başkalarının çoğu zaman umurunda değil. Çevremizdekilerin bazıları bizim tökezlememizi, yalnız kalmamızı, zayıf olmamızı bekliyor. Bazı işlerde pasta o kadar küçük ki, paylaşılması mümkün değil. Bir meme fazladan kalsın diye kardeşini görmezden gelen bebek aslanlar gibi, en yakınlarımız bizleri görmezden geliyor. Orman ne kadar yırtıcılarla doluysa, beton ormanı da o kadar yırtıcıya sahip. Narsist yırtıcılar, paranoyaklar, duygusal olarak dengesiz olanlar. Hırslılar, arsızlar, Makyevelistler, manipülatörler. Sizin yetersiz olduğunuza, kötü olduğunuza, hiçbir şeyin üzerinden gelemeyeceğinize inandırmak için var gücüyle çalışanlar.
Size bir sır daha vereyim mi? Bunlar hep olacaklar. Dünya asla tozpembe değil.
Peki, ne yapmak gerek. Hemen vazgeçecek misiniz? Meydanı bırakıp çekilecek misiniz? Emeğinizi ziyan mı edeceksiniz? Leoparın ya da arsız genç aslanların bir lokmada kafanızı kopartmalarına boynunuzu büküp razı mı olacaksınız? Sizi görmezden geldikleri için sırtınızı dönüp kaderinize boyun mu eğeceksiniz? Asla.
Küçük aslan yavrusu benim yüreğimde kocaman bir yer kapladı. Onun cesareti, soğukkanlılığı ve aslan yüreği paha biçilmez bir ders oldu. Her aşamasında ölmesini beklerken (ki böyle pek çok belgesel izledim), o her safhayı cesaretle aştı. Boynunu hiç bükmedi, kuyruğu hep dik tuttu.
Ne zaman böylesi bir durumla karşılaşırsak, o miniğin aslan yüreği ve inatçılığı bize yol göstersin. Vazgeçenler oyundan çıkar, finali yalnızca inatla devam eden cesur yürekler görür. Kuyruğu hiç indirmeyelim ve enseyi karartmayalım. Yağmuru ne kadar görmezden gelebilirsiniz ki? Elbette bizi de bir gün görmek zorunda kalacaklardır.
Unutmayalım, yalnızca cesurlar ve inatçılar hayatta kalır.
“Bir küçücük aslancık varmış, ormanda koşar oynarmış.”